''Beşe (büyük) veya baş ağadan ya da farsca pay-i şah (sultanın ayağı) dan paşaya dönüştüğü sanılıyor. Osmanlı devletinin kuruluşu evresinde adları geçen Alaeddin Paşa, Süleyman Paşa, Aşık Paşa, Muhlis Paşa, Sinan Paşa, Ahmed paşaların bu unvanları, olasılıkla Çandarlı Halil Paşa'nın, Zağanos Paşanınki gibi vezirlik, kumandanlık unvanı değildi. Paşalık, Osmanlı Devleti'nin 15. yüzyldaki yapılanmasından yıkılışına kadar, başta veziriazamlar olmak üzere, vezirlerin, kaptanıderyaların, beylerbeylerinin ortak unvanı oldu. 19. yüzyıldaki sivil ve asker rütbe düzenlemelerinde askerden mirliva ve daha üst rütbedekilere, sivillerden de mirimiran ve vezirlere paşa dendi. 1908'den sonra vezir dışında, sivillere paşalık unvanı verilmedi.'' (Sakaoğlu, N.2016. Osmanlı Tarihi Sözlüğü.Alfa yay. İstanbul).
'' Osmanlı taşrasında vilayet bazen de eyalet denen bölgeleri, padişah adına geniş yetkilerle yöneten sivil, asker yönetici. Valiler Tanzimata kadar, her biri ülke genişliğindeki eyaletleri vezir rütbesiyle ve kendi sivil, asker kadrolarını oluşturarak yönetiyor, kimi vergileri alıyor, savaşa çağrıldıklarında vilayet askeriyle sefere gidiyorlardı. Tanzimat döneminde vilayet sınırları daraltılırken valilik, mülkiye sınıfı içinde aylıklı bir görev sayıldı. Bu dönemde vali-yi vilayet, vali-i belde terimleri de kullanıldı. Valilikler üç dereceye ayrıldı: Derece-i ula (yüksek), Derece-yi sani (2.), Derecei Salise (3). (agk.)
Osmanlı'da valilerin çoğu ''Paşa'' unvanı taşıyordu. Onlar askeri eğitim görerek değil, yöneticilikte deneyim kazanarak terfi edip ''Paşa'' oluyorlardı.
Vilayetlerde, mutasarrıflıklarda vali olan birçok paşa Babıali'nin,Topkapı Sarayı'nın, Dolmabahçe Sarayı'nın, Yıldız Sarayı'nın dikkatini çekmiş, ödüllendirilmiş; vezir ve sadrazam da olmuşlardır.
Üç kıtada toprakları bulunan Osmanlı Devleti'nde vali olmak en önemli şan, şeref sahibi olmak demekti. Öyle valiler vardır ki, aradan 100, 150, 200 yıl geçtiği halde unutulmamış, saygıyla anılmışlardır.
Kim ben Amasya'da valilik ettim,
Buldum yetim halkı; babalık ettim,
Diyen Ziya Paşa, eşkiya, haydut zulmünü yokettiği için halkın sevgisini kazanmış, adı gönüllerde kalmıştır.
Bursa valileri içinde Ahmet Vefik Paşa'nın özel bir yeri vardır. Moliere çevirileriyle tanınmış Paşa, bunların sahnelenmesi için de tiyatro kurdurmuştur.
'' Gidemediğin yer senin değildir,'' diyen Halil Rıfat Paşa hep saygıyla, minnetle, şükran duygularıyla anılan bir mülki idare amiri olmuş; görev yaptığı her ilde karayolları ağını geliştirmiş, köprüler yaptırmış, ulaşımın güvenli sürmesi için önlemler almış, yoğun çaba göstermiştir.
Ziraat Bankası'nın kurucusu, yaptırdığı okulların halen kullanıldığını bildiğimiz Tuna Valisi Midhat Paşa unutulur mu?
Valilik yaptığı illerde iz bırakan Abidin Paşa anımsanmaz mı?
Bayındırlıkçı Vali, Kerküklü Lütfi Kırdar'ı unutacak kadar vefasız mıyız?
En başarılı, yurtsever icraatçı valiler günümüz Türkiye'sinin sınırları dışında kalan vilayetlerde; Lübnan, Tuna, Bağdat, Selanik, Halep, Cezair-i Bahr-i Sefid, Basra gibi yerlerde görev yapmışlar, eserlerini oralarda bırakmışlardır. Tuna Valisi Midhat Paşa'nın yaptırdığı mektepler hala talebe yetiştirmekte; kurduğu imalathaneler fabrika olarak üretim yapmaktadırlar.
Sultan 2. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, 5.Murad, 2. Abdülhamid, Sultan Reşad ve Son padişah-Halife Mehmed Vahdeddin…1810'lu yıllardan başlayarak 1922'ye dek süren dönemde valiler, eyalet denilebilecek büyüklükte alanlar içinde, vilayetlerin mülki idare amirleri olmuşlar; hemen hiçbir dönemde kendileriyle eşdeğerde mutasarrıf ve kaymakamlarla çalışamama talihsizliğini yaşamışlardır. Demeli; hiçbir dönemde siyasal ortam güllük gülistan olmamıştır.
Özellikle Abdülhamid'in istibdat devrinde jurnalcılar çalışkan valileri rahat bırakmamışlar, Yıldız Sarayı'na ardı ardına şikayetnameler göndermişlerdir. Ayan, eşraf ve mütegallibe, çıkarlarına dokunan, yasadığı zorbalığı alışkanlık haline getirenleri şakileri önlemeğe çalışan valilerin görev yerleri sık sık değiştirilmiş ya da azledilmişlerdir. Şevkle, hevesle görev yerlerine giden, icraata başlayan bir vali Saray'ın, Babıali'nin buruğuyla görevden alınmış, temeli atılan okullar yarım kalmış, yollar tamamlanamamıştır. Zararlı çıkan daima halk olmuştur.
Yalnız jurnalcılar değil, gayritürk unsurların yoğun olduğu Balkan yarımadasında Britanya'nın, Fransa'nın, Rus Çarlığı'nın kışkırttığı kalabalıklar da valilere büyük zorluklar çıkarmışlar, çalışmalarını önlemişlerdir. Selanik, Yanya, İşkodra, vilayetlerimiz bu acıları hep yaşamıştır. Zararlı çıkan daima Evlad-ı Fatihan olmuş; saldırılar karşısında savunmasız kalınca ''Suyun öte yanına, demeli Anadolu'ya göç zorunluluğu doğmuştur. Doğu ve GD Anadolu'da, hatta Bozok Yaylası gibi İç Anadolu bölgesinde Ermeniler, Lübnan ve Antilübnan Dağlarında Dürziler, Filistin'de, Hicaz'da, Asir'de, Yemen'de Araplar, Hakkari'de, Musulda Süryani ve Nasturiler sürekli isyan çıkararak ve güçlü devletlerden yardım alarak valilerimizi, ordumuzu zor durumlarda bırakmışlardır. Sefirleriyle, konsoloslarıyla, Düyunu Umumiye'nin üst düzey yöneticileriyle sayısız yabancı, Osmanlı topraklarındaki gayrimüslim halkların koruyuculuğunu üstlenmişler; onları silahla mücehhez duruma getirmişlerdir.
Acı bir örnektir. Arap Yarımadası ortasında Vahhabi ayaklanmasını bastırmak için aciz kalan Devlet, daha önce asi olarak nitelediği Mısır'ı Osmanlı'dan koparan Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım ummuş, isyancıların üzerine asker göndermesini istemiştir.
Birçok vilayette sivil vali paşalar ile yüksek rütbeli kumandan paşalar da geçinememişlerdir. Mülkiyeli vali, icraatını başlattığı bir kurumun kumandanca önlenmesi üzerine büyük acılar yaşamıştır. Ardı ardına Babıali'ye, Harbiye Nezareti'ne şikayetnameler gönderilmiş, ortak icraatın zaruri olması gereken vilayetlerde hiçbir iş sonuçlandırılamamış, yarım kalmış, başarılı olamamıştır.
Bazı valilerin şair, kalem erbabı olduğu görülmektedir. Ne mutlu ki, onlardan bize ''Hatırat-ı Hayat''ları kalmıştır. Şair valilerin en ünlüleri Ziya Paşa, Süleyman Nazif'tir. Samih Rıfat'ı, Mehmet Emin Yurdakul'u da saymak mümkündür. Mutasarrıf olanlardan Namık Kemal. Kaymakamlar içinde de Şair Eşref…
Halk psikolojisini iyi bilen valilerin mülkiye düzeninde özel bir yeri vardır. Konya'da isyan çıkaran, Valilik Makamını işgal edip, günlerce terör estiren, çaldığı altınlarla Torosları geçip Mersin'de Fransızlara sığınan, Delibaş namıyla maruf şakinin köyünü Konya Valisi İsmail İzzet Bey, cezalandırma yoluna mı gitmiştir? Hayır. O köye mektep açmış, başarılı muallimler seçip, tayin etmiştir.
Anadolu vilayetlerinin sayısı günümüze oranla az sayıdadır. Konya, Aydın, Hüdavendigar, Ankara kilometrekare olarak büyüktür. Bir örnek: Sıvas…Günümüzde Sıvas,Kayseri, Tokat,Amasya,Çorum, Şebinkarahisar'ı içine alan memleket kadar büyük bir vilayettir. Ne mutlu ki, bu vilayette Halil Rıfat Paşa gibi nafiaperver, bayındırlık ustası, mektep sevdalısı bir büyük yönetici vali olarak görev yapmıştır.
Valilerin özyaşam öykülerini okurken, gözyaşartıcı örnekler çıkmaktadır karşımıza. Öyle valiler vardır ki, devlet hazinesini korumak adına vali konağı için konulan meblağı vilayet bütçesinden kaldırmış, Hükümet konağında basit bir odada yaşamını o beldenin sıradan, yoksul bir insanı gibi sürdürmüş, yere serilen yatakta uyumuştur.
Birinci Dünya Savaşı (1914-18) süresince Anadolu ve Orta Doğu'da, Arap diyarlarında görevli valilerin davranışlarında ortak yön bulunmaz. Özellikle Mondros Silah Bırakışması mülki amirlerin tutumlarının belirginleşmesinde bir milat özelliği taşır. Öyle ilerigörüşlü valiler, mutasarrıflar, kaymakamlar vardır ki, işgal kuvvetlerinin buyruklarına karşı koymuşlar, silah depolarını onlara teslim etmemişler, ilerde ulusal direniş eylemleri sırasında kullanılacağını bilmişlerdir. Vatan onlara minnettardır.
Sultan Vahdettin'in, Sadrazam Damat Ferid Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Adil Bey'in, Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa'nın buyruklarını harfiyen uygulayan korkak valilerin de olduğunu itiraf etmek zorundayız. Onlar Britanya altınlarıyla satın alınmış, ulusal gururdan yoksun kişiler olarak tarihte olumsuz yerlerini almışlardır.
Babıali'nin buyruklarını uygulamayan valilerin varlığı ulusal savaşımızın başarıya ulaşmasında önemli bir noktadır. 19 Mayıs 1919 günü tarihte bir dönüm noktasıdır. Konya Valisi Cemal Bey, Harput Valisi Ali Galip, İzmit Mutasarrıfı Suat Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa gibi yöneticiler Ulusal Savaş için birer engelleyici roldedirler. Erzurum Kongresi'ni, Sıvas Kongresi'ni toplatmamak için İstanbul'un verdiği buyrukları uygulamak istemişler, fakat başaramamışlardır.
Siyasi partilerin iktidarlarında valiler büyük sıkıntılar çekmiştir. İttihat ve Terakki iktidardayken Hürriyet ve İtilaf Partili devlet memurlarının kovulması istenmiştir. Hürriyet ve İtilaf Partisi iktidardayken de İttihat ve Terakki'ye bağlı memurların görevlerine son verilmesi buyrulmuştur. Öyle valiler vardı ki, herhangi bir soruşturma geçirmeden devlet memurlarının kovulamayacağını Parti-Fırka genel merkezlerine bildirmişler, dürüstlük örneği olmuşlardır.
Samsun, Amasya,Tokat,Sıvas, Erzurum yollarında Kemal Paşa, mülki amirlerin tutumlarını, eşsiz, benzersiz ilerigörüşlülüğü sayesinde anlamış ve kimi valilerin, mutasarrıfların değiştirilmesini İstanbul Hükümeti'ne tel yazıyla bildirmiştir. Örneğin sönük, etkisiz Trabzon Valisinin yerine Samih Rıfat Bey'in atanmasını istemiştir.
4 Eylül 1919'dan başlayarak, TBMM'nin açıldığı 23 Nisan 1920 gününe dek Anadolu'yu Heyet-i Temsiliye'nin tayin ettiği valiler yönetmişlerdir. Heyet-i Temsiliye Reisi Kemal Paşa'nın bu sözü özdeyiş değerindedir: Tatbik eden, icra eden; karar verenden daha kuvvetlidir.
Konya'da Vehbi Hoca; Yahya Galip Bey Ankara'da, Adana Vilayeti'nin geçici merkezi olan Pozantı'da İsmail Safa Bey valiliğe atanmışlar ve ulusal savaşın yürütülmesinde, işgallerin sonlandırılmasında canla başla, cansiperane görev yapmışlardır.
TBMM açıldıktan, Ankara Hükümeti kurulduktan, Doğu'da sınırlarımız belirlendikten, 26 Ağustos-9 Eylül arasında ağır, kanlı savaşlardan, Cumhuriyet kurulduktan, Halifelik kaldırıldıktan, Şeyh Said Ayaklanması bastırıldıktan sonra Gazi Kemal Paşa'nın TBMM'nde verdiği NUTUK'ta, valiler olumlu ve olumsuz özellikleriyle anlatılmış, tarihe en sağlam belge bırakılmıştır.
…………………..
Osmanlı tarihinde Koçi Bey Risalesi vardır ve herkesçe bilinir. Padişaha böyle bir yazı sunmak cesaret işidir. Arnavut Koçi Bey, idam edilmeyi göze alarak bu risaleyi yazma cesaretini göstermiştir. Oysa gerek Osmanlı valileri ve beylerbeylerininin çoğu, cumhuriyet valilerinin hemen tamamı bu tür muhtıralar, beyannamelerle Padişahı, Babıali'yi, Ankara Hükümetini, Çankaya' Yüce Makamı'nı uyarmışlar; Devlet'in korunması, gelişmesi, halkın rafahı için neler yapılması gerektiğini madde madde sıralamışlardır. Olumsuzlukları cesaretle eleştiren, öneriler sunan bu valilerin çoğu '' Deli '' lakabıyla anılmışlardır.
Hamit Bey (Kapancı) İtalyan işgali öncesinde Meis Kazası Kaymakamıdır. ''Ada tamamen taşlık olup yalnız liman kısmı meskundur. Bütün adada ağaç ve çiçek yetişebilen 2-3 dönüm arazi vardır. 15 bin nüfusun yalnız 30 hanesi islamdır. Gemicilik ve süngercilikle geçinirler. Ekseriya sahibi servettirler. Ahali, hükümetin sahip çıkmayışı neticesi olarak civardakiler gibi büyük Yunanistan hayalinin dairei fesadı içindedirler.''
'' Canik Mutasarrıfı iken 1919'da anılarında anlattığı olaylar yürek parçalamaktadır. '' Dört mütecebbir köyleri aralarında paylaşmışlar. Aşar bunlara münhasırdı. Karşı çıkan mültezimi öldürüyorlardı. Memurlar ya şerik ya da zebun. Halk, mahsulatının sekizde birini değil, tamamını verdiği halde yine borçlu kalmıştı. Bu borcuna karşılık evi, tarlası, hayvanı zapt ve müsadere olunmuş, sefaletten iskelet haline gelmiş, çırçıplak mahlukat bize hallerini ve cereyan eden eden fecaayi anlatırken son derece cebri nefsimize rağmen çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaktan kendimizi alamadık. Bir fakir şahsın müsadere olunacak bir şeyi kalmadığından evi yıktırılarak enkazı kaza merkezine naklolunmuş , 5 sene harp cephelerinde düşmanla savaştıktan sonra köyüne dönen bir biçarenin giyabında ekmediği tarladan öşür istenmiş ve bir şey bulunamadığı için tarlası zabtolunmuştu.''
Erzurum Valisi Hamid Bey anlatıyor: '' Tercan'da bir petrol kuyusu kazdırdım. Batum'un en iyi gazı gibi yanıyordu çıkan petrol. Bu vilayette pek çok tabii ve zengin kaynaklar vardır. Tortum Şelalesi Niyagara'ya rakiptir ve Bayburt'ta da petrol menbaları vardır. Her tarafta kömür madenleri…Bayburt'un Maden Nahiyesi'nde her atılan teneke parçasını bakır levhasına kalbeden bir havuzu mevcuttur. Fakat yerli sermaye zayıftır. Ecnebiler tereddüt içindedir. Bu hazinelerin üzerinde yaşayan halk, daha çok zaman sefalete mahkûm kalacaktır.''
Konya Valisi Muammer Bey, vilayetin geniş arazisinde gezmeyi, not almayı, plan yapmayı seviyor. İvriz (ab-ı Riz= Akan su) için bir okul düşünüyor (Ancak 1940'ta burada bir Köy Enstitüsü kuruluyor). Ereğli'nin sıkıntısı yokmuş. Sarayönü'nden Yavşan Tuzlasına oradan Koçhisar'a bir dekovil hattı düşünüyor. Tuz çıkarılması ve taşınması için bunu gerekli görüyor. Köylerde içme suları yok. Kız,erkek mektepleri açmak gerek, bahçe yapmak önemli.
1928'de Kayseri'de emekli olmuştur Muammer Bey. ''Ekmek yapmak için un da odun da yok. Pencerelerde cam yok. Hastayım. Kimseden yardım isteyemem. Endürlük ne güzel bir köydür. Karşıda Ali Dağı bulunmaz bir inci. Orası orman için de uygun. İstirahat için pek uygun. Köylüler geldi. Sohbet. Davar zararlı dedim. İnekleri islah etseler kazançlı olurlar. Burada meyvecilik de iyi gelir getirir. Tasdik ediyorlar. Bir şey yapmazlar. Duygu azalmış, heyecan yok.''
Vali Mehmet Ali Bey (Ayni) , Harput'u anlatıyor : ''Medreseler devam etmeli, fakat islaha muhtaç… Kasabada 19 medrese var. Yalnız ikisinde birkaç çocuk ders görür. Digerleri muattal-kapalı. Perişan,pejmürde, iptidai medreselere karşılık Harput kayalıkları üstünde kolejler Ermeni ve Süryani çocuklarını istikbaldeki hür Ermenistan için eğitmektedir. Hacin, Maraş,Merzifon,Ayıntap, Tarsus,Talas vd beldelerimizdekiler gibi, ABD'den gelmiş misyonerlerin açtığı bu okullar şimdi binden fazla öğrenciyi kabul edecek, besleyip yetiştirecek duruma gelmiştir. Bu kuruluşların maksadı nedir? Kendi mezheplerini yaymak…Aynı zamanda mensup oldukları hükümetlerin siyasi emellerine de hizmet edecekler, özel çıkarlarını gözetecekler…Osmanlılığa bağlılığı pek zayıf olan bu tebaa ile dindaşlarımız arasında maarif ve medeniyet bakımından büyük bir fark hasıl olmuştur. İstikbal karanlıklarla sarılıyor, gelecekte kötü sonuçlar doğuracak istadatta gelişiyor. Yalnız ABD'den gelen misyonerler değil; Alman papazlar da yarışa katılmışlar ve Mezraa'da bir kolej açmışlardır.''
……………….
Osmanlı'nın son 100 yılında nice üstün cesaretli, çalışkan vali, mutasarrıf, kaymakam görev yapmış 3 kıtaya yayılmış Devlet sınırları içinde. 1912'de Afrika'daki son topraklarımızı İtalya'ya vermişiz. 1913'te Rumeli elimizden çıkmış. Valilerimizin oralarda yaptırdıkları hükümet konakları, mektepler, imalathaneler hala kullanılmaktadır.
Cumhuriyetle birlikte mülki idare amirlerinin yaptığı icraatlar gözlerimizin önündedir. Misakı Milli sınırları içinde ülkemizi en ileri duruma getirmek için yalnız yöneticilere değil ; ulusumuzun her bireyine büyük sorumluluklar düşmektedir. Görevden kaçarsak tarih bizden hesap soracaktır.
Bu yazı burada bitmez. Daha da geliştirilebilir, ikincisi, üçüncüsü hazırlanabilir…
Yazar Dr Emrullah Güney